Skip links

Seni neden Casablanca’da aldattım?

Ben yaşamım boyunca olmamam gerektiği yerde olma konusunda ustalaşmıştım.
 
Ama neden Casablanca?
 
Zamanda yolculuk yeteneğim beş yaşımda başladı. Yirmi yıl sonraya gidebiliyordum. Sonra birden altmış beş oluyor ve altı yaşıma dönüyordum. Yalnızca rakamlara ve yıllara sadakatim sonsuzdu. Bağlanacak başka bir kimliğim de yoktu. Benim hikayem kendimden ağlamadan dinlediğim soğuk ve ıssız bir yoldu.
Tek çocuk sendromu adı verilen inanmadığım bir sendromun çocuğu olarak Lübnan’da dünyaya gelmişim. İçimdeki savaş Lübnan iç savaşının taklididir. Çünkü hiçbir kavganın baş kahramanı değildim. Kahraman olan annem Nawal’dı. Ölene kadar da öyle kaldı. Mezarını uzun zaman görmedim. İnançların savaştığı bir ülkenin bombaları arasında ben hiçbir şeye inanmamayı seçtim. Sevgiye de inanmamayı seçtim o seçimlerde. Uçucu helyum gazına aldanmaktı sevgi.
Annem öldüğünde yirmi üç yaşındaydım. Onu terk ettiğimde ise on yedi. Ölümünün iyi bir yanı olmuştu. Babamı tanımıştım. Beni bulmak için annemin ölmesini beklediğini söylemişti. Kısa ve değersiz bir hikayeleri olduğunu anlatmıştı annemle.
Nevşehir Ürgüp’lü olan babamın ailesi onu çok erken yaşta Lübnan’a burada eşiyle birlikte yaşayan kız kardeşine refakat etmesi için göndermiş. Çünkü kızın eşi çalışamayacak kadar hastaymış. Babam Beyrut’a bu görev için paketlenmiş. Babamın ailesindeki işlevi daima böyle olmuş. Boşluk dolduran bir dolgu malzemesi. Eğitimi ve gelecek planları yarıda kesilmiş. Büyük babamın onu keyfince oradan oraya sürükleyebildiği bir oyuncak. Büyük babam sanırım babamdan nefret etmiş. Hatta kızı dışında belki tüm hayatından da. Annesi de babamı bu savrulmadan koruyamamış. Sevmediğinden değildir sanırım gücü yetmediğindendir. Ama neden bir annenin gücü çocuğunu korumaya yetmez ki? Korkudan mı? Gücünün yetmemesi ve korkmak da aslında kendini öncelikli korumak ya da çocuğundan bile daha fazla sevmekten midir?
Ve babam zorunlu bir görev gibi gelmiş Beyrut’a, fikri sorulmadan, sürgün yediği ailesinden koparak. Çalışmak dışında yapacak hiçbir şeyi olmayan, hayallerinden vazgeçmiş bu yalnız ve ıssız adam yani babam, Beyrut’un ilgi çekici kadınlarının ilgisinde kendini onarmaya adamış. Onların hepsini birden istemiş. Hepsini birbiriyle aldatmış. Kendini de hepsiyle.
Bir hanede yeterince değersiz hissettirildiyseniz, sağlıklı sevgi ve bağ kurma meselesinde yerinizi el yordamıyla aramaya başlarsınız. Bunun için kalbinizi açmaya korkarsınız. Cinselliğinizi açmak ve buraya davet etmek duygusal dünyanıza almaktan daha kolay olur. Ve bir erkekseniz zaten hedefiniz sizi hissettiğinizden daha değerli kılacak olan “çok kadın sendromu” yaşayabilmenizdir. Her kadınla biraz daha onaylanabilmeniz. Bol alkış toplayabilmeniz. Sevmediğinizi ve sevilmediğinizi unutup, çok fazla kişiden kabul görmeye uğraşıp, içerikle değil miktarla aldatırsınız kendinizi. Evdekiler tarafından görülmemiş, fark edilmemiş bir varlık olduğunuzdan, sokakta çok fazla kişiye kendinizi kanıtlamaya çabalarsınız. Ailenizde annenizin yarattığı duygusal yoksunluğu pek çok ikame kadının varlığı dolduracaktır artık. Annenizin tek başına sunamadığı sevginin hesabını çok fazla kadın toplanıp yine de veremeyecektir. Ve ayrıca tüm bu kalabalık kadınlar ağındaki en önemli kilit nokta şudur; listedeki kadınların birbirinden haberdar olması da her şeye rağmen kabul görme arzunuzu coşturacak, gücünüze güç katacaktır. Bazen de haberlerinin olmaması onların arkasından oyun çevirebilen zekanızla gurur duymanıza sebep olacak, sahte iktidarınıza kendiniz bile inanacaksınızdır. Babanızdan aktarılan erkeklikle özdeşleşen tarafınız, ondaki saldırgan ve sadist taraftan parça kopardıysa, hayatınıza giren pek çok kadına biricik olmadığını ve değersiz olduğunu gösterecek, siz de onların canını yakacaksınızdır.
Bu iç savaşlar hiç bitmeyecek ateş kes ilan edilmezse!
Sonra babam bir gün Nawal ile tanışmış. Neredeyse âşık olduğuna eminmiş aslında. Ama ben doğana kadar sabredebilmiş. Ve babam Sadık, annem Nawal’ı da böylece aldatmış. Ayrılmaları da bağlanmaları kadar hızlı olmuş. Annem meseleyi babam kadar soğukkanlı ele almamış olacak ki hayatını tümden değiştirmiş. Öfkesini, incinmişliğini ve beni de alarak Casablanca’ya yerleşmiş.
Beni ne kadar aldığından emin değilim aslında. Bana küsmüş gibi hissederdim. Hiç konuşmazdık. Gölge gibiydim. Benim zamanda yolculuklarım yalnız başıma başladı. Annem bana her vurduğunda bedenimden ayrılıp acıyı hissetmediğim başka bir yaşıma konardım. O gittiğim bambaşka bir yılda ve mekânda her şey hala sıcak ve sevgi dolu olurdu. Dünya güzel bir yere dönüşürdü. Annemin bir cümlesi ile çıktığım yere tekrar döndüğümde dayak bitmiş olurdu. Artık güvendeydim.
Ona kızmazdım. Öfkelenecek kadar cesur değildim zaten. Ama annemin çaresizliğine acırdım. Bu daha kolay olurdu çünkü. Ölmesini isterdim sonra kendime kızardım. Suçluluk duygumla başa çıkmam çok zordu. Büyümeye başladıkça, ona daha da fazla acıdıkça ve artık o da yaşlandıkça sakinleştik hep birlikte. Başarmıştım. Çabalamış, sabretmiş ve annemi kazanmıştım. Yalnızlığımın sona erdiğini hissederdim. Zamanla annem yol arkadaşım olmuştu. Başarmıştık. Benim doğumumla dağılmış aileyi nihayet onarmıştım. Ancak sakin zamanlar kısa sürdü.
Ne zaman ki annemle yakınlaştık, ben de babamın yaptığını yaptım. Onu aldattım. Terk ettim ve Beyrut’a geri döndüm. Ne zaman bir şeyler yoluna girse onu bozmam gerektiğini söyleyen ses beni çağırdı. Zamanda yolculuğum ülkeler arasında başlamıştı. Gitmek için sebebim yoktu. Aslında yaşamak için de bir sebebim yoktu. Görevimin tamamlandığını hissediyordum. Kaos istiyordum. Çünkü başka türlü bir canlılık yolu bilmiyordum. Ve annemi ölümüne dek bir daha görmedim.
Tuhaf bir şeyler vardı hayatımda hep. Suni bir gündem sunan, akşam vakitlerini dolduran haber bültenleri gibiydi yaşamım. Olmasa da olur taklit hazlar, ikinci el aldatmalarla oluşturulmuş sahte dramlar.
Umarsızca arıyordum tüm kadınlarda, bir zamanlar bir yerde kaybettiğimi sandığım bir şeyleri. Bulamıyor olmamı o zamanlar anlamıyordum. Sanki değerli bir eşyamı nerede kaybettiğimi bilmiyor ve sadece ışığın olduğu yere bakıyordum. Bunun için farklı kadınların farklı ışıklarına bakmam gerekiyor gibi hissediyordum. Her bedende kaygan teflonlar gibi dolaşıyordum. Öylesine küçüktüm ki çok fazla kalbe değer, bedene ellersem büyüyeceğimi sanıyordum. Zihnim dayaktan kaçtığı zamanlardaki gibiydi. Bir kadın oraya yerleşirse hemen mekân ve zamanı terk eder özgürleştirirdim kendimi. Tutsak olurdum sanki kalsaydım. Ve gerçeğimi göstermek zorunda olurdum o kadına. Saklanamazdım. Yakalanırdım. Sobelenir ve acıtılırdım. Benim aslında kim olduğunu bilen, en özümü gören birisi benimle kalmazdı. Kalınacak bir yanım yoktu. O özü herkesten saklamak zorundaydım. Bunun için bile bir yerde yeterince uzun kalmamalıydım.
Sonra bir gün Dore’ye yakalandım. Hiç hak etmediğim bir şey geldi başıma. Dore beni her halimle sevmeye hazırdı. Açıklarım ortaya çıktığında bile kaçmıyordu. İlgi ve şefkati ile sarmalamak için elini uzattı. Hiç hissetmediğim garip bir anne kokusu vardı üstünde. Anne kucağı gibiydi Dore. Bütün bunlar benim için çok fazla, çok yabancı ve tehditkardı. Bir yandan da karşı konulmaz. Ömrümün en uzun ilişkisini yaşıyordum. On ay. Süre değil de belki asıl farkı yaratan olarak, diğer tüm kadınlara yaptığım bir şeyi yapmadığımı fark ettim bir gün; aldatmak. Dore’yi aldatmamıştım. Hala. Aynı kişiyle, aynı yerde, tek bedenle, tek zihinle kalmak.
Öyleyse içimde bitmek bilmeyen o garip suçluluk duygusu neden hala susmuyordu? Yapmam gerekeni yaptığım halde neden hala cezalandırılmam gerektiğini düşünüyordum? Yoksa yine mi esas yapmam gerekeni yapmıyordum? Neyi anlamıyor, neyi kaçırıyordum? Beni kendimden kim kurtaracak merak ediyordum. En yakın ve mahrem zamanlarımızın ortasına inen bir vicdan.
Ve Dore’yi aldattım. Önce Casablanca’ya götürdüm gövdemi Beyrut’tan. İkiye bölündüm Beyrut gibi. Bir gün, bir anda, rastgele birisiyle. Ancak bir anda ve öylesine sandığım o aldatmanın tüm bir kişisel tarihimden kaynaklandığını henüz bilmiyordum.
Sonra Dore beni terk etti. Çünkü hayatımdaki tüm aldatmalarımda olduğu gibi bunu yine saklamadım. İtiraf ettim. Affet beni demedim. O da etmedi. Anne kucağından, kokusundan ikinci kaçışım da böyle oldu.
Sanırım ihmallerin, terklerin, suistimallerin üzerine kurulmuş bir ruh bir daha iflah olmuyordu.
İlk kez bir aldatmamdan sonra acı çektim. Nihayet. Nihayet acıya kavuşmuştum. Ama içimden bir his bu acının Dore’yi kaybetmek ile değil bambaşka bir mesele ile ilgili olduğunu fısıldıyordu. Bu kez bu aldatmanın farkı neydi?
Casablanca!
Ömrümün en güzel, ömrümün en kaçışlı, ömrümün en yalnız şehri.
Tüm zaman yolculuklarımın başkenti.
Dore beni duy! Oku beni!
Kendimi affetmek için seni aldatmak zorundaydım. Ve kendimi affetmeden yaşayamıyordum. Annemi hatırlıyordum. Onu sebepsiz terk edişimi. Ölümüne eşlik etmeyişimi. Mezarını hiç görmeyişimi. Her şeyi inkâr etmemi. Ona öfkemi bastırmamı. Bir gün bile anılarımızın fotoğraflarına bakmayışımı. O hiç tutamadığım yası. Kayıplara kapattığım kapımı. Oysa tutulmamış yaslar, bitmemiş hesaplar, kapanmamış yaralar hiç peşimizi bırakmazdı.
Dore senden vazgeçebilmemin tek yolu seni aldatmamdı. Yoksa senden gidemezdim. Ama seninle de bu halimle kalamazdım. Suçluydum ve cezamı çekmek zorundaydım. Senden ve bizden kurtulabilmem için başka seçeneğim yoktu. Çünkü sana ne yaparsam yapayım sen benim elimi bırakmazdın. Uzak davransam sen yakınlaşırdın, aramasam arardın, bağırsam, öfkelensem sakinleştirirdin. Sen tüm kötülükleri emen turnusol kağıdıydın ilişkimizin. Oysa ben bir erişkin gibi veda etmenin yolunu, bunun nasıl yapılacağını bilmiyordum. Yakınlaşmanın içimdeki huzursuzluğu nasıl artırdığını anlatmanın, tekrar yalnız hayatıma dönmenin kendimi daha güvende hissettireceğini söylemenin sağlıklı bir şeklini bilmiyordum. Aldatarak gitmek ve aldatarak kendimi terk ettirmek içimdeki hayvanı serbest bırakan yegâne yoldu. Ben böyle zamanlarda soğukkanlı bir katil miydim?
Başka kadının bedeninde aradığım benim için cinsellikten çok öte bir şeydi. Düşünüyordum da erkeklerin buzdağının üzerinde görünen o sevişmeye koşma, cinsel eylem için yanıp tutuşma kütlesi meselenin özü değil miydi acaba? Buzdağının altında, derinde saklı olan başka bir ihtiyaçlar listesi miydi o yatağa çeken? Sevişmekten daha ötesiydi sanki orada aranan. En tutkulu hazlar listesinin başında gelen cinsel eylem bazen sadece cinsel ihtiyaçların giderilmesi iken, bazen de duygusal ihtiyaçlarımızın vücut bulmuş haliydi.
Annemle babamın kavgalarına dahi şahit olmamıştım. Çünkü ben doğunca annemi aldatan babam ile aralarında bir kavga olduysa iki aylık bir bebek olarak olaya müdahil değildim. Sonrasında annemle kaldığım onca yıl babamın ihanetini dinlemiştim. Hepsi benim suçum diye düşündüğümü hatırlıyorum. Ben doğmasam ayrılmazlardı. Lanetlenmiş bir varlık olarak dünyaya geldiğime inanırdım. Annemin dayaklarının haklılık payı olduğunu düşünürdüm. Varlığım için utanç, doğduğum için suçluluk hissediyordum. Tedirgindim. Hep kaçmak istiyordum. Hem annemin sevgisine layık olmadığımı düşünüyor hem de bana yaptıkları nedeniyle onu cezalandırmak istiyordum. Hiçbir kadın tarafından gerçekten sevildiğime ikna olamıyordum.
Dore! “Hayatımızı kapatma mevsimindeyiz, yüzleşelim” demişsin mektubunda. Kadınlar sanırım neden aldatıldığının cevabını almadan ölmek istemiyorlar. Artık altmış beş yaşındayım. Aldatmalara son verdiğim bir evliliğim ve bir oğlum oldu. Senin mektubunu alana kadar geçmişimle, seninle, annemle, babamla, seni aldatmamla ve Casablanca’da olanlar hakkında düşünmedim. İçimdeki garip huzura refakat edip hayatıma yön verdim.
Dore! Senin bana o çok içten ve gerçek sevgine, düşkünlüğüne, anne ılıklığına dayanamıyordum. Tedirginliğimi arttırıyordu. Hak etmediğim bir sevgiydi bu.
Beni huzursuzluğuma son vermem için o şehre gönderen bilinçdışım her zaman olduğu gibi hareket kaynağım olmuştu.
Aldattım seni!
Sonra tuhaf bir özgürlük duygusu kapladı içimi. Seninle beni bitirmeme sebep olduğum için değildi bu. Kendime ceza vermemi söyleyen suçluluk duygularımı dinlemiş ve yapmıştım bunu.
 
Anneme çok kırgın ve öfkeliydim aslında. Yüzleşmenin vakti gelmişti. İnatla kaçmak ve küsmek çare değildi. Senden kaçıp anneme yakalanmak. Zorundaydım buna. Belki bu son kaçışım olurdu. Mücadele son bulurdu.
Annemi terk ettiğim yerde Casablanca’da aldatmıştım seni! Ve onun çocuğu olmaya ihanet ettiğim yerde.
Sonra gittim ve mezarında konuştum onunla. Bana vurmasını hak etmediğimi söyledim. Sevilmemeyi. Öfkelendiğimi, incindiğimi. Ama onu bırakıp gitmemi ve bir daha çocuğunun yüzünü görmemesini de onun hak etmediğini anlattım. En çok da korkularımı anlattım. Onunla çok şey konuştuk. Üzgünüm dedim. Af diledim. Seni seviyorum diyen sesini duydum annemin. Sonra birlikte yaşadığımız eve gidip dışarıdan seyrettim.
Annemi bilinç dışımdaki hapisten, seni kendimden, kendimi tüm bir geçmişten kurtarmıştım. Annemle tüm olanlar ve bana olan duyguları hakkında içtenlikle konuşmak yerine onu orada Casablanca’da, yapayalnız yüz üstü bırakarak kaçmıştım on yedi yaşımda. Cezalandırmak istediğim hem annem hem kendimdi. Bunları hak etmeyen olarak seni, hikâyenin en masumunu ise çekip çıkarmıştım bunların arasından hunharca da olsa. Onca yıl suçluluk duygularımla olan savaşı hem senin sevgini kaybederek ve kendimi cezalandırarak durdurmuş hem de annemle bitmemiş yasımı tamamlamıştım.
Ve işte ödemiştim bedelini her şeyin. Bir alacaklı ve verecekli kalmamıştı. Masanın hesabı kapanmıştı. Artık zamanda yolculuklar bitmişti. Aynı yaşta, aynı şehirde, aynı zamanda ve aynı kadında kalabilirdim.
Yaşamımın yıllarına eşlik eden Lübnan’daki iç savaş son bulmuştu.
Bu website daha iyi bir deneyim sunmak için çerezleri kullanıyor.
Explore
Drag