FİLM: SUNSET BULVARI
YAPIM YILI VE TÜRÜ: 1950, Drama, Film-Noir
YÖNETMEN: Billy Wilder
SENARYO: Billy Wilder, Charles Brackett, D.M. Marshman Jr
OYUNCULAR: Gloria Swanson (Norma), William Holden (Joe), Erich Von Stroheim (Max), Nancy Olson (Betty), Cecil B. DeMille
Ancak Billy Wilder gibi bir dehanın aklına gelirdi zaten.
Bir cesete kendi ölümünü anlattırmak.
Üstelik bu ölü adamı filmin baş kahramanı yapmak. Öyle bir kurgular ki bizi Wilder, hikâyenin sonunu bile bile içine çekiliriz. Bir “borderline”ın ağlarına takılan bir bağımlı gibi içeriye dalmak için can atarız.
Bizi ikiye böler daha en baştan. Aklımızda bir yarık oluşturur. Zihnimizin bir bölümü havuzun ortasında yatan ceset Joe Gillis (William Holden) ile kalır, bir başka bölümü ise Joe ile Norma’nın hikâyesine savrulur.
Hangi duyguda kalacağız biz bu filmde? Konuşan ölü gayet soğukkanlıdır. Sanki hayatı boyunca sahip olmak istediği havuza, ölüyken bile olsa sahip olmaktan memnundur. Biz de sakin kalırız o trajediye baka baka. Ama bir yandan da sırtından vurulmuş, havuzda yüzü koyun yatan adama üzülürüz. İhtişamlı hayatlara özenir ve yükselirken, her şeyin en baştan sahte olduğu Hollywood dünyasının hayal kırıklığında düşeriz. Duygulanımımız tutarsızlaşır.
Gözümüzde aşırı büyüttüğümüz büyük starların iç dünyasıyla tanışır onları yerin dibine göndeririz. Ama eski ihtişamlı zamanları önümüze koyulduğunda, yine birden yüceltiriz.
Filmin ışıkları ile öyle bir oynar ki yönetmen, kendimizi birden sahnede spotların altında hissederiz. Sonra kuytu karanlıklara girip mabed misali karaltılarda dinleniriz. Çekimler boyunca görkemli köşk genelde koyu filtreyle gölgelenir. İçi ise panayır alanı gibi belli bölgelerde ışıltılıdır. Filmin ışığı, yakın planları, kadrajları hep Norma Desmond’u parlatmak için çalışır. Joe ise daha mat ışıkla ve omuz planla çekilir. Norma ile olduğunda ise daha geniş açıyla gösterilir ki Joe’yu ancak Norma’nın kimliğinin ışığında tanıyalım.
Jenerikteki sekansta “SUNSET BLVD.” kaldırıma büyük harflerle yazılmışken, yanı sıra ölü yapraklar uçuşmaktadır. Hollywood’un en canlı bulvarını mekân olarak kullanmayı seçen yönetmen bizi bir yandan da hazırlar gelecek olan hüzün ve ölüme.
Yönetmen bize hikayesini Film-Noir türünde anlatarak karanlık, kasvetli, umutsuz bir alana çekerken, hayallerin sonsuzluğunu simgeleyen bir dünya olan Hollywood’u mekân seçer. Norma’nın hızlı değişen duygu ve düşünce dünyasına ayak uydurmamız ayrıca yönetmenin kullandığı kamera hareketleri, açıları, kesme teknikleri ile de sağlanır.
Yönetmenin bize yaşattığı nasıl da borderline ve narsisistik bir hareket. Öyle bir teknik kullanmış ki borderline bir karakter olan Norma’yı anlatırken, bir “borderline” ın tüm özelliklerinde de gezdirmiş bizi filminde. Kendi sinema dilini bu özellikler üzerine kurup bize gizlice borderline özellikleri yaşatmayı amaçlamış sinsice.
Hollywood’un göçmen çocuğu yönetmen Billy Wilder. Nazi coğrafyasından çıkıp, başyapıtlarıyla dünyaya haddini bildirirken, sessiz sinemanın sesli filmlere geçişine boyun eğmeyerek ayakta kalıp, bu filmle de üstüne üstlük Hollywood’un ipliğini pazara çıkarmıştır.
FİLMİN AKIŞI İÇİNDEKİ BORDERLINE KARAKTER
Bu bir Norma Desmond öyküsüdür! Narsist, borderline ve histrionik.
Joe Gillis kim peki? Kendi fikrince çok önemli biri değildi. Hollywood’un B sınıfı filmlerinin yeteneksiz yazarı. Fikirleri belki fazla orjinaldi ya da hiç değildi. Belki şanssızdı belki de gerçekten yeteneksiz. Ama sonuçta senaryolarının satmadığı gerçekti. Zavallı bir adam!
Hollywood’a Ohio’dan büyük umutlarla gelmişti. Önemli birisi olmak istiyordu. Şöhretli ve zengin. Görkemli bir evde, bir havuz sahibi olmak. Hep bir havuzu olmasını isterdi. Sonunda da oldu. Ama bedelini ağır ödedi. Şu anda Sunset Bulvarı 10086 numaralı evin havuzunda sırtında iki, karnında bir kurşunla ölü olarak yatıyordu. Dünyanın pek çok yerinden büyük umutlarla Hollywood’a gelip “bir hiç kimse” haline dönüştürülen milyonlardan yalnızca birisiydi aslında Joe. Hep bekledi. Şöhrete giden treni bekledi.
6 ay öncesinde hala yaşayan birisiyken, artık beş parasız ve işsiz oluşuyla çok sert yüzleşmek zorunda kalmıştı. Üç aylık kira borcu vardı ama daha da önemlisi icra memurları peşindeydi. Tek mal varlığı olan arabasını kaybetmek üzereydi. Acil bir şeyler yapması gerekiyordu. Ayrıca yenilgiyle “kasabasına” dönme fikri onu çok yaralıyordu.
Bu sırada boş durmuyordu elbette. Paramount Film Stüdyosun’da yapımcıyı, yazdığı senaryoyu filme çekmesi için ikna etmeye uğraşıyordu. Ancak yapımcı zaten Joe’yu ciddiye almadan dinlerken, senaryo okuyucusu Betty Schaefer’ın odaya girerek Joe’nun yazdıklarını “niteliksiz ve sığ” olarak değerlendirmesi ile son kalan şans kırıntısı da yitip gitmişti. Betty öyle bir rapor hazırlamıştı ki artık kim güvenirdi yeteneksiz Joe’ya. Elbette durumun en trajik yönü, Joe’nun da odada olduğunu tüm söyledikleri bittiğinde fark etmişti. Fena yakalanmıştı. Artık hayatları boyunca aralarında geçecek olan atışmaların, didişmelerin, iş birliğinin, ilişkinin de fitili ateşlenmişti böylece.
Ama durun! Elbette ki bu öykünün baş kadın kahramanı Betty değil. Betty 22 yaşında, filmci bir aile geleneğinden gelmiş, çok güzel bir kız olmasına rağmen, eğri burnu nedeniyle sahne önüne alınmamış ve filmcilik kariyerini “okuyucu” olarak geliştirmiş olan sıradan ve aza razı bir kadındı. Tüm hırsı senarist olmak üzerine şekillenmişti. Artie’nin nişanlısıydı. Hayatında yapacağı en büyük çılgınlık ileride Joe’ya âşık olmak olacaktı.
Elbette ki bu öykünün baş kadın kahramanı Norma Desmond’dı!
Norma her zamanın, her mekânın, tüm öykülerin baş kahramanıydı. Hollywood’un sessiz filmler döneminin en gözde, en tapılan baş aktristi Norma!
Uşak Max Von Mayerling’in anlattığına göre; “Hepsinin içinde en muazzamları oydu. Bir haftada on yedi bin hayran mektubu alırdı. Erkekler onun saçından bir bukle alabilmek için kuaförüne rüşvet verirdi. Ta Hindistan’dan buraya tüm yolu kat edip gelen, onun ipek çoraplarının bir tanesi için yalvaran bir mihrace vardı. Daha sonra kendini o çorapla boğarak öldürdü.”
Ancak sesli filmlerin başlangıcı, 1920’lerin sonu, 1930’ların başı Norma’nın sonunu getirmişti. Sesli film dönemine ayak uyduramayan kraliçe tüm ihtişamıyla solup gitmiş ve insanların gözünde “Bir milyon yaşında”, “O hala yaşıyor mu?” denilen birisi olmuştu. Herhangi biri mi? Hayır! Norma sıradan olmaktansa ölürdü daha iyi. Tam bir narsist gibi, ihtişamsız ve şöhretsiz hayatın, setler olmadan yaşamanın boş ve anlamsız olduğunu düşünüyordu. Tam da bu yitikliğinin ortasında Joe önce garajına ve evine, sonra da hayatına çıka geldi. Bakalım aşk bu kadını kurtarmaya yetecek miydi?
İcra memurlarından kaçan Joe arabasının lastiği patlayınca yolun kenarında terk edilmiş gibi duran ama bir zamanlar servete mal olduğu çok belli olan eve rastlayıp, evin garajına sığınmıştı. 1930’larda çılgın filmcilerin çılgın paralara yaptırdığı o evlerden hani. Arabasını o garajda bir süre, en azından bir miktar para buluncaya kadar saklayacağını düşünüyordu. Garajda evin sahibine ait 1932’den kalma, içi saten leopar desen döşemeli şaheser arabayı izleyip, muhteşem hayatlara özenirken, uşak Max’a yakalandı ve Max, hanımefendisi Norma’nın onu yukarıda odasında beklediğini söyledi. Belli ki birisi ile karıştırılmıştı. Ama derdini anlatamadan kendini yukarıda Norma’nın yanında buldu. Norma ölmüş maymununa cenaze töreni için tabut yaptırmak istiyordu ve Joe’yu tabut yapan adam sanmıştı. Kırmızı saten kaplı tabut. Joe’nun ölüsü bu maymun kadar değer ifade etmeyecekti ileride. Ne trajik!
Tanışma ve kader orada başlamıştı.
Joe, Norma’yı tanımıştı; “Sizi bir yerden hatırlıyorum! Siz Norma Desmond’sınız! Siz büyük, sessiz film yıldızıydınız!” Narsist Norma kendinden beklendiği gibi haykırdı; “Ben hala büyüğüm! Filmler küçüldü!”
Joe’nın tabut yapan adam değil de bir senarist olduğunu öğrenen Norma tüm dürtüselliği ile o anda karar verdi. Sadece kendisi karar verdi ve bunu herhangi bir şeyi ya da birisini almak için yeterli buldu. Joe kendi senaristi olacaktı. Yazdığı senaryo olan Salome’yi düzeltecek ve film yapacaklardı. Bu sayede muhteşem aktris Norma hak ettiği hayata, setlerine geri dönecekti. Tabii ki muhteşem bir çıkışla. Dönemin en iyi yönetmeni Cecil DeMille’in yöneteceği bir filmle.
Ayrıca nasıl da borderline bir kişilikle birlikte olduğumuzu da anlamaya başlıyorduk Norma’nın her haliyle. Duyguları çok değişkendi. Sakinlikten öfkeye hızlıca geçebiliyordu. Her şey yolunda gibi giderken birden öfke patlamaları görebiliyorduk. Neşeli bir halinde ağlamaya başlayabilirdi. Nereden ne çıkacağı belli olmayan otuz odalı bir perili ev gibiydi. Çok renkli ama bir yandan da çok soluk bu kadın, hangi kimliğine girerse bizi de oraya sürükleyiveriyordu. Çok kontrolsüzdü. Freni olmayan bir araba gibiydi. İstediğini söylüyor, istediği gibi davranıyor, arzu ettiğine hemen sahip olmak istiyordu. Reddedilmeye öylesine tahammülsüzdü ki sesli filmlerin başlamasını ve sessiz filmlerin döneminin bitmesini bile çok fazla kişisel algılayıp öfkeden deliye dönüyordu. Film dünyasının onu terk etmiş olmasına inanamıyordu.
Senarist Joe’ya ilahların yeni film dünyasında sesli filmlerle nasıl parçalandığını anlatırken narsizminden de beslenen konuşması aynen şöyleydi; “Filmler, ölüler, bittiler! Bir zamanlar dünyanın gözlerine sahiptiler ama kulakta istediler. Kocaman ağızlarını açıp konuştular, konuştular. İlahları parçaladılar. Şimdi kim var? Hiç kimse!”
Ve sonra çaresiz, parasız ve arabasını kurtarmak zorunda olan işsiz Joe, Norma’nın iş teklifini kabul etti. Artık Joe’nun işi hiç kolay değildi. Borderline, narsist ve histrionik bir sönmüş film yıldızını yeniden parlatmaya çalışmak. Gerçek dışıydı bu!
Her sahneye kendini koyan Norma bunu “Onlar beni görmek istiyorlar elbette her sahneyi ben oynayacağım” diye açıklıyordu. “Geri dönüyorum! Perdeyi terk ettikten sonra beni asla unutmayan milyonlara geri dönüyorum!”
Norma’nın borderline özellikleriyle an be an çarpışıyordu artık Joe. “Bu sinir yumağı kadın, bana yazdıklarını onaylamam için hem emrediyor hem de yalvarıyordu adeta” diyordu. Bu hep böyle olurdu zaten. Bir borderline ile birlikte olduğunuzda kendinizi çelişkiler ve tutarsızlıklar yumağı içinde buluverirsiniz. Onun kişiliği hakkında net bir fikriniz bile olmayabilir. Seviyor mu nefret mi ediyor bilemezsiniz. Kafanız karışır. Hatta bazı zamanlarda bir erişkinle değil de bir çocukla temasta olduğunuzu zannedersiniz. Joe’nun şu sözlerinde anlattığı gibi; “Onun değerli çocuk beynini yaralamaktan korkuyordum.” İşte bu da acımanızı, dağlanmanızı ve yanında kalmanızı sağlardı.
Norma ayrıca her borderline ve narsist gibi uzlaşılması ve iletişim kurulması çok zor biriydi. Ona derdinizin ne olduğunu asla tam olarak anlatamazdınız. Sizi anlamazdı. Çünkü kendi söylediği en doğrusuydu. Joe; “Norma ile tartışamazdım. Bir uyurgezere bağıramazsınız. Düşüp bir yerini kırabilir” derken bunu kastediyordu. İlişkilerinin pek çok alanda bozuk olduğunu görmek zor değildi Norma’nın. Üç evlilik geçirmişti hüsranla sonuçlanan. Sağlıklı kişiler seçmediği de ortadaydı. Uşağı olarak bildiğimiz Max örneğin. Hollywood’un en eski yönetmenlerinden ve Norma’yı yıldız yapan kişiydi aslında. Bağımlı kişiliği nedeniyle Norma’dan ayrılamamış ve ona uşaklık etmeye başlamış ama kendi narisistik yönlerine yenilmiş ve Norma projesinin tekrar canlanması için çabalamaya adeta ant içmişti. Ayrıca Norma’nın, dışarıdaki gerçekle yüzleşmemek için kendini eve kapatmış olduğunu bildiğimiz, çok az kişiden oluşan bir dünyası vardı. Hayatındaki pek çok kimseyi elemişti. Sessiz film döneminden kalan birkaç arkadaşla briç partileri. Hepsi bu işte. Başka kimsesi yok. Issız ve yalnız Norma!
Joe artık istemese de bu görkemli evde yaşamaya, Norma’nın sunduğu olağanüstü hayatı ve hediyeleri kabul etmeye ve Norma’nın hem senaryo düzelticisi hem de âşık olduğu adam olmaya devam ediyordu.
Elbette bir borderline ile birlikte olduğu için gelen sürprizlerin arkası hiç kesilmiyordu. İntihar girişimleri veya tehdidi beklenirdi. Zaten Norma’da bu tehdidi seve seve kullanmıştı daima. Neden evdeki tüm kapılarda kilit bölgeleri çıkarılmıştı mesela? Tabii ki cevabı sadık uşak Max’da idi; “Kapıların hiçbirinde kilit yok. Doktorun tavsiyesi bu. Madam bazen intihara teşebbüs ediyor. Evde asla uyku ilacı da olmamalı. Odasına giden gazı da kestik.”
Yeni yıl partisinde bir kez daha anlıyorduk ki Norma’nın hayatı üç kişilikti. Norma, Joe ve Max. Duyguları değişken ve çok kontrolsüzdü. Büyük coşkuların olduğu perdelerdeyken ve âşık olduğu Joe’yu göklere çıkarırken, “başkasıyla seni paylaşamam, beni daha sıkı tut” derken, onu yerlere batıracak ve öfkeden çılgına dönecek hale gelebiliyordu. Bunun için Joe’nun kendisinin de bir varlık olduğunu hatırlatması yetiyordu. Örneğin Norma’ya; “Sen beni sevgilin olarak seçtiğinde hiç benim de kendime ait bir hayatım olabileceğini düşündün mü? Belki de bir sevgilim vardı bir yerlerde” dediğinde Norma’nın kıskançlık krizlerinin de fişeğini çekmiş, hatta ilk fiziksel şiddetinin de başlangıcı olmuştu bu cümle. Artık Joe’nun suratının ortasında evi terk etmeye yetecek ve belki de onu uyandıracak bir tokat izi vardı. Ayrıca “Onun parmakları arasında ezilen sigara gibi sıkıştığımı hissediyordum” diye bir cümlesi.
Joe o gece evden hışımla çıktı. Sadece oradan çıkmak, birinin gülüşünü tekrar duymak ve aşağılanmayan biri olmak istiyordu. Kendine benzeyen ve kendini “ait” gibi hissedeceği bir partinin ortasında arkadaşı kameraman Artie’nin yanında buldu kendini. Onun yanında geçici olarak kalmayı teklif etti Artie’ye. Belli ki kurtulması gerektiği bir şeyler olduğunun farkına varmıştı. Artie’nin sevgilisi Betty Schafer’da partideydi. Hani şu baş kahraman olamayan ve Joe’nun senaryosunu Paramount’da yerin dibine batıran Betty. Tekrar sahnedeydi artık Betty. Hem de Joe’nun kaderini değiştirmek üzere. Joe ile Betty’nin, Artie’ye rağmen yakınlaşmaları kaçınılmaz oldu. Onlar daha en baştan zekice fikir çatışmalarının, benzer değerlerin, aynı motivasyonların, ortak ideallerin insanıydı. Joe’nun bir yanı Betty’e ve kendi gibi olan diğerlerine doğru gitmek isterken, bağımlı kişiliğinin bir yanı elini telefona götürdü ve eşyalarını almak için Norma’nın evini arattırdı.
Elbette bir borderline kişilikten beklenen gerçekleşmişti. Terk edilme tehdidi olduğunda intihar girişiminde bulunmak! Norma jiletle bileklerini kesmişti. Belli ki gerçekten amacı Joe’yu geri dönmek için ikna etmekti. Tabii ki bağımlı bir kişilik olan Joe’da Norma’nın planı işledi. Norma her ne kadar dudaklarından süzülen cümlelerle “Git burdan Joe” diye inlese de Joe; “Bu kokan şehirde bana iyi davranan tek kişi sensin” dedi ve geri döndü hapishanesine.
“Salome” adlı senaryonun çalışmaları bitmişti. Artık hedef bunu Cecil DeMille gibi bir dev yönetmene ulaştırmaktı. Norma’nın ihtişamlı dönemlerinden kalma o büyük dostluğa! Norma bundan çok emindi. Kendini çok iyi hissetmekteydi. Sevdiği adamın varlığı ile yine göklerdeydi zaten. “Ben hayatımda bu kadar mutlu olmadım. Bu yüzden hiç bu kadar güzel görünmemiştim!” Ancak elbette iyilik haline güvenilmezdi Norma’nın. Paramount’tan gelen telefonun DeMille değil de asistanı olduğunu öğrenince yine dağıldı. Zaten arayan asistan Norma’ya film teklifinde bulunmak için değil, eski ve ihtişamlı model arabasını filmde kullanmak için aramıştı. Zavallı Norma!
Norma soluğu Paramount’da aldı, Joe ve Max ile birlikte. Eski günlerdeki gibi herkesin ona saygı duruşunda bulunacağından emindi. Oysa sadece bir mumya idi o insanların gözünde. Eski bir solmuş fotoğraf. DeMille gibi acımak ne kolaydı ona; “Otuz milyon onu başından attı yetmez mi?!” “Tüm set, bir milyon yaşındaki Norma’ya bakarken hem de!”
Norma ise sadece zihninde var olan yeni filmine olimpiyatlara hazırlanan bir atlet gibi hazırlanmaya başlamıştı. Norma asla açılmayacak olan o kameralar için hazırdı!
Ancak hiç hesabında olmayan bir durum vardı o sırada hayatında. Joe her akşam gizlice Betty ile buluşmaya başlamıştı. Amaçları gerçekten de senaryo yazmaktı aslında ama aralarındaki yakınlaşma da kaçınılmazdı. Betty âşık olmuştu Joe’ya. Ya Joe? Hayır. O kimseyi gerçekten sevemezdi. Buna yetişemezdi. Bunu henüz biz bilmiyorduk sadece.
Norma’nın kıskançlıkları artmaktaydı. Biliyordu, Joe’yu başka bir kadın nedeniyle kaybediyordu. Aslında öyle sanıyordu. Sorun Betty değildi. Sorun gerçekten sevmeyi bilmeyen, kaybetmeye mahkûm kendi kişiliği ve buna eş değer Joe idi.
Joe ile konuşmak yerine yine dürtüsel ve denetimini yitirmiş gibi Betty’yi aradı. “Joe’nun yaşamak için ne yaptığını biliyor musun?” derken, Joe’nin zengin bir hayat için kendini sattığını anlattı. Görüldüğü gibi sevgisine de güvenilmiyordu Norma’nın! Bir “borderline”ın en büyük karakteristiği olan iyi nesnenin keskin bir şekilde kötü nesne olması kaçınılmazdı. Ancak bu tuzak işlemedi. Konuşmayı tesadüfen duyan Joe, Norma’ya çok öfkelendi ve elinden telefonu hışımla alarak Betty’e Norma’nın söylediklerinin doğru olduğunu ve Betty’nin tüm bu gerçeği görmesi ve yüzleşmesi için eve gelebileceğini söyledi. Ne yapmaya çalışıyordu bu adam? Belli ki Joe’nin kimseye verecek hiçbir şeyi yoktu.
O sırada Norma’nın çığlıkları ve yakarışları onun tüm kişilik analizinin özeti gibiydi; “Benden nefret ediyorsun! Bunu yaptım! Çünkü sana ihtiyacım vardı. Bana bak, ellerime, yüzüme bak! Bu işkence altında nasıl işe dönebilirim! Kendime silah aldım. Ama yapamadım. Bana bağır bana vur ama nefret etme!”
Betty ise Norma’dan duydukları karşısında ve Joe’nun “gel kendin gör” demesi üzerine, âşık olduğu adamın, Joe’nun, yaşadığı yeri görmeye Norma’nın evine geldi. Joe ona tüm öyküyü en baştan sonuna kadar özetledi. Norma ile tanıştıklarında ki çaresiz durumunu, Norma’nın ihtişamlı yaşamı ile onu nasıl satın aldığını. Aslında amacı genç kadını kazanmak değil onu da hayatından çıkarmaktı; “Bu eski Hollywood köşklerinde hiç bulundun mu Betty? Haftada on sekiz bin dolar kazanıp hiç vergi vermedikleri günlerdi. Valentino burada dans etmişti. Etrafına bak her yer o. Norma Desmond! Her zaman buz, şampanya, havyar. Portekiz’den gelen tavanı var. Kendi sinema salonu. Kilerde bowling sahası.”
“Norma burada öyle yalnızdı ki kendine bir arkadaş edindi. Çok basit bir tuzak. Zengin olan yaşlı bir kadın ve işleri kötü giden genç bir adam.”
Aşık Betty kendisine gösterilen gerçeğe rağmen Joe’ya her şeyi geride bırakıp oradan gitmelerini teklif etti. Çünkü aşk böyle bir şeydi. Gerçeğe kör! Ancak Joe, soğukkanlı bir duruşla; “Burada uzun dönemli bir anlaşmam var. Hiçbir şartı olmayan bir kontrat. Ben böylesinden hoşlanıyorum” dedi. Bu soğuk ve acımasız cümlelerle Betty’yi gönderdi hayatından. Ama sonra kendisi de evi terk etmek için eşyalarını toplamaya odasına gitti.
Terk edilmekte olduğunu anlayan Norma’nın en büyük korkusu gerçekleşmekteydi. Bir “borderline” ı bırakmak ona yapacağınız en ağır hamledir. Norma; “Ağlamayı bıraktım. Ben yine iyi biriyim. Bana kızmadığını söyle. Beni terk ediyorsun. Bunu yapamazsın. Ben sensiz hayatla yüzleşemem. Biliyorsun ölmekten korkmuyorum” dedi ve silahını çıkardı.
Joe ise kaybedecek hiçbir şeyi olmayan biri gibi onu tüm gerçeklerle yüzleştirmeye devam etti. “Paramount seni değil arabanı istiyor. Hayran mektuplarını uzun zamandan beri hayranların değil, Max yazıyor. Seyirci ise yirmi yıl önce yok oldu. Sen elli yaşında bir kadınsın Norma. Artık büyü. Elli yaşında olmanın tuhaf bir tarafı yok. Yeter ki yirmi beş yaşında biri gibi davranma!”
Norma’nın artık narsistik ve borderline özellikleri kontrol edilemez bir şekilde durumu ele aldı. Joe’ya son sözleri şu oldu; “Kimse bir yıldızı terk edemez. Bir yıldızı yıldız yapan budur!”
Joe her şeye rağmen arkasını döndü ve gitmeye kalkıştı. Elbette böyle bir kadını terk etmek bedelsiz olmayacaktı. Ne ödeyeceğini bilemezdi belki de giderken. Sırtına iki, karnına bir kurşunun, gidişine eşlik edeceğini bilse yine de gider miydi? Belki de evet! En azından gidişi çok değerli havuzuna olmuştu. Teselli ikramiyesi.
Ve geride kalan ihtişamlı ev artık sadece Norma’nın film setiydi. Anında gazeteciler, kameralar, polis memurları flash ışıkları ile etrafı sardı.
Bundan sonra Norma’ya ne mi yaptılar? İşte konu burada. Hollywood’da kalpsizler ve diğerleri! Mahkemede bundan bir tutku suçu, geçici cinnet olarak kurtulabilirdi. Oysa o gazete başlıkları onu öldürmüş olmaktı; “Unutulmuş yıldız bir katil!” “Dünün romantik kraliçesi yeniden oyuncu oldu!”
Gün cinayet evinin üzerine doğarken eski yılların yıldızı Norma Desmond artık tam bir hayal alemindeydi. Gazeteciler sorular sormaktaydı, haberciler kameraların geldiğini söylüyordu. Tam da travmatik olayların içindeki bir borderline olarak gerçekle bağını yitirdi. Bir film setinde, yönetmen Cecil DeMille’e sahne için hazırlandığını düşünüyordu. Max’de onun bu hezeyanına eşlik ediyordu; “Kameralar geldi madam!”
Patlayan flash ışıklarının altındaki Norma; “Bu sahne hangisi? Ben neredeyim? Stüdyoya geldiğim için ne kadar mutluyum. Söz veriyorum sizi yeniden terk etmeyeceğim. Salome’den sonra başka filmler yapacağız Bay De Mille.”
Görüntüler bulanıklaştı. Aynı, gerçeğin hayalle kaynaşması gibi.
“Bay De Mill, yakın plan için hazırım!”
